İnce Bir İpliğin Üstünde Kadın Olmak

Ellerimdeki gazetelerle koştura koştura Fatma Aliye Hanım’ın yanına gidiyordum. Şu önümdeki köşeyi döndüğümde onu Kuzguncuk’un daima uğradığı en büyük sokağında görebilecektim. 

“Yazıyor, yazıyor!”

Kafamdaki kasketi ters çevirip oturttuğumda önümdeki manzara daha da netleşti ve benim nidalarımdan ötürü üç kadın bana doğru dönüp gülümsedi.

Durakladım. 

Zira, Tomris Uyar ve Nilgün Marmara da karşımdaydı. 

Nilgün Marmara

Kasketi eski hâline getirdim, gömleğimin uçlarını çekiştirdim ve henüz yeni diktirdiğim yeleğimin düğmelerine, doğru iliklemiş miyim diye şöyle bir baktım. 

Ses tonumu temizleyip yanlarına mağrur bir edayla gitmeye çabaladım. “Sakin ol kızım, sakin ol. Türk edebiyatının şahit olabildiği üç ayrı gezegen şu an karşında. Biliyorum, ama sen sakin ol!”

Selâm vererek yanlarına yavaşça oturduğumda Fatma Aliye Hanım’a nasıl olduğuma dair bilgiler verirken, Nilgün Marmara’ya yalnızca baş selâmı verebildim. 

Tomris Uyar

Tomris Uyar, bir dal sigara uzatmaktan başka benimle muhabbete girmedi. Her zamanki gibi.

Kendilerine uzattığım gazeteleri okurken birazdan hiçbir cümle kurmadan bana hissettirecekleri yoğunluktan başımın döneceğini fark ettim.

Gözlerini ulaştırdıkları büyük sayfalarda, cinayetler vardı. Hayatlarından, sevdiklerinden, ailelerinden, belki çocuklarından ve dimdik bastıkları her günden koparılmış kadın cinayetleri.

Onların acı dolu gözlerine baktığımda, Türk edebiyatının mühim yazarlarını ve bir kadın olarak örnek alacağım üç ayrı, uçsuz bucaksız gezegeni kazandım.

Türk edebiyatının ilk kadın romancısı unvanına sahip olan Fatma Aliye Topuz; Tanzimat Devri’nin ikinci döneminde nefes almış ve o dönemin kadınlarına yaptığı yeniliklerle nefes aldırmıştır. Yazı hayatına dört çocuk sahibi iken giren Fatma Aliye, ilk olarak “Bir Kadın” takma adıyla George Ohnet’in Volonté romanını Merâm adıyla Fransızca’dan Türkçe’ye çevirmiştir.

Fatma Aliye Topuz

Şimdi düşünüyorum da, bu çeviri Tanzimat Devri’nin görebileceği en büyük yeniliklerdendi.

Çocukluğundan beri kendisini öğrenmeye adamış Fatma Aliye Hanım’ın hayatına dokunan ve onu yönlendiren iki isimden biri babası Ahmet Cevdet Paşa olurken, diğeri Ahmet Mithat Efendi olmuş ve yeteneğin cinsiyetinin olmadığını yüzyıllar önce ispatlamışlardır.

Çağdaş dönem Türk edebiyatının öykü yazarı ve çevirmeni olan Tomris Uyar, Gazetecilik Enstitüsünü bitirmiş ve az evvel ellerine tutuşturduğum gazetenin sayfalarına korkunç bir ifadeyle bakakalmıştı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 2021 yılının ilk aylarında yaşanmış, 65 günde 67, 1 yılda 408 kadının katline seneler evvel buralardan ayrılan bir kadın ancak o korkunç ifadeyle bakabilirdi. 

Bu çağda yaşayan biz kadınlar ise, “adalet” denilen mefhumun gittiği yerden ne zaman döneceğine dair teoriler üreterek bekleyebilirdik.

Öykülerinin içinde sallanırken beleyebileceğiniz cümlelere sahip olan Tomris Uyar için, genelde yaşadığı aşklardan, yaşattığı acı dolu ızdıraplardan bahsedilirken benim dikkatimi ayrı bir nokta çekiyor. Tam da şu an herkesin hissettiği duyguları Uyar, seneler evvel kağıdına ve bir mıh gibi zihinlere işliyor:

Bana göre yapılmamış, benim için düzenlenmemiş bir dünyada yaşıyorum, doğru…

Yaz Düşleri Düş Kışları – Tomris Uyar

Hayatını bir intiharla sonlandıran Nilgün Marmara, sessiz çığlıklarla sandıklara saklanan güçlü bir kadın şair olarak Türk edebiyatının yörüngesinde yer almıştır. 28 yıllık ömründe yazdıklarıyla ve yaşasaydı yazacaklarının kuvvetliliğiyle; bilinçaltımın en parlak noktalarında nefes almaktadır.

Okulunun en özgün ruhlu kızı olan Nilgün, seneler sonra girdiği her ortamı, elinde tuttuğu sihirli değnekle yarışacak niteliğinde olan kalemiyle aydınlatır; insanlarda merak duygusunu uyandırırdı. Üniversitesinin en güzel yıllarında 1980 darbesiyle çarpışan Marmara, edebiyat tartışmalarını bohem bir havada yapmak zorunda kaldı.

Tüm farklılığı ve güçlülüğüyle şiirler yazdı.

İntihar eden bir yazarın intiharının şiirle bağlantısını araştırmış olan Marmara, “Sylvia Plath’ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analiz” adında bir mezuniyet tezi hazırladı ve birkaç sene sonra intihar etti. 

Ona dair öğrenmek istediğim birçok nokta şimdilerde karanlığa boğulmuşken, bu tezinde aydınlık olduğunu fark ettiğim yegâne bir cümlesiyle karşılaştım:

Erkeğin asıl zaferi, kadının onu kendi kaderi olarak kabullenişidir.

Bahsedilen üç ayrı dünya gözlerinizin önüne serilmiştir az evvel. Farklı çağlar, ayrı dönemler, bambaşka karakterler ancak yegâne ortak nokta:

Bir kadın olarak yaşamak ve cümlelerini yaşatmak.

Nefes alırken zorlanılmayacak, istediğinizde kambur istediğinizde dik durabilecek, ellerinizde tuttuğunuz mesleğe mutlulukla sarılabilecek, bulunduğunuz her ortamda yalnızca iyi hissedebilecek ve en mühimi bir insan muamelesi görebilecek ömürler diliyorum tüm kadınlara.

Gülümsediğiniz, merhametinizle kucaklayabildiğiniz, bir işi başardığınızda etrafa savurduğunuz enerjiniz, iyi hissedip iyi hissettirebildiğiniz, yaşadığınız ve yaşattığınız için teşekkür ederim.

Bir sorun olmadan evimize varabilmek, bulunduğumuz işlerde yalnızca başarılarımızla konuşulabilmek, bir toplu taşıma aracında sadece o günün yorgunluğunu düşünebilmek ve biri tarafından öldürülmemek, katledilmemek için verdiğimiz bu savaşın bir savaş olduğunu fark ettiğim garip bir dönemdeyim.

Umarım bir gün sıcak bir havada, geniş bir balkonda sevdiklerimizle yahut yalnız bir şekilde otururken “özgürlük” denilen ancak asla bahşedilmeyen o mefhumun hissiyatını damarlarımızda hissettiğimiz bir bahar gününde buluşuruz.

Dünya kadınlar günü umarım bir gün, kutlu olur.