Vatkalı Bir Zeki Müren Ceketi Harbiye’de!

Plak sesinden yükselecek olan nağmelerden evvel kulaklara ulaşan cızırtı tüm tiyatro sahnesinde çınladı. Eline tutuşturulmuş süpürgeyle önce pikaba manidar bir bakış atıp zihninde çalan alkış seslerini susturdu: “Uğruna savaş vermediysen…”

Yüzündeki tebessümle Ferdi Özbeğene hak verip süpürgeyi sahnenin bir ucuna fırlattı ve zihnindeki tuluata koştu. Hayallerinin içerisinden sızan ıslık ve alkış seslerini bastıran, rejiden geldiğini tahmin ettiği ve gözlerini nefis acıttığını düşündüğü ışıkla gerçek hayata geri döndü: “Gençlik başımda duman…”

Binlerce kişiye ev sahipliği yapan, ustaları göğe yükselten, aktörlüğün gerçekliğini öğreten; drama, doğaçlamaya, farsa, kabareye, komedyaya, koroya, meddaha, melodrama, monoloğa, orta oyununa kucak açan tiyatro sahnesi, bir oyuncunun çocukluğunda ve hayatının son noktasında bulunmak isteyeceği yegâne mekândır. 

Henüz akıllı kutu olarak halk arasında tabir edilen televizyonlardan izlediği, fırsat buldukça sinema koltuklarında heyecandan zıplayarak beyaz perdeye dikkat kesildiği her dizi, her film, her kült eser onda tecrübe bıraktı. Çocukluğunda, gençliğinde, mesleğe ilk adımını attığını zannettiği yaşlarında, kendisini ilk kez izlediği karede yüzlerce duygu olmasına rağmen; kalbinde bir teklik vardı: üzerine beyaz perde atılana dek sürecek olan heyecan duygusu! 

Siyah perdelerin ardında bulunurken, parmaklarının ucundaki kâğıtlara gözlerinin ucuyla gerek olmadığı hâlde şöyle bir baktı ve kendisine biçilen suflör görevinden ötürü şu sözleri mırıldandı: “Böyle yeteneklerin gizleneceği bir yer mi şu köhne dünya?” (Twelfth Night, or What You Will ,William Shakespeare)

Şehir, Konstantinopolis; İstanbul. Mekân, Harbiye Açıkhava Tiyatrosu. Koltuklar dolu. İnsanlar heyecanlı, gözler parıl parıl. Kendisinden evvel o sahneye adım atan nice ustayı, zihninde şöyle bir düşündü. Oynanan oyunları aklına getirdi. Heyecanla, mutlulukla, öfkeyle, hüzünle, tutkuyla izlediği nice tiyatroya kütüphanesinden bir ışık yaktı:

12.Gece, Komik-i Şehir Naşit Bey, Cibali Karakolu, Polyanna, Ay Işığında Şamata, Şahane Züğürtler, Fehim Paşa Konağı, Bir Yaz Gecesi Rüyası, Evliliğin Hâlleri, Lüküs Hayat, İstanbul Efendisi, Kabare, Kerbela, Zengin Mutfağı, Amadeus… ve elbette daha birçoğu, niceleri, efendileri, evlatları! Alkışlar hepsine, gönülden göklere kadar!

Şener Şen, Selçuk Yöntem, Okan Bayülgen, Haluk Bilginer, Yılmaz Gruda, Naşit Özcan, Bora Seçkin, Binnur Şerbetçioğlu, Berrin Koper, Zihni Göktay, Gülriz Sururi, Sezai Aydın, Levent Üzümcü, Pınar Tuncegil, Neslihan Yeldan, Derya Alabora, Yıldız Kenter, Nevra Serezli, Ayşen Gruda, Müjdat Gezen ve daha birçok tiyatro sanatçısı eski adıyla Harbiye Açıkhava Tiyatrosu olan Cemil Topuzlu Açıkhava’da can buldu. 

Eskiden yeniye, gençten yaşlıya, ustadan amatöre, ilk oyundan son oyuna dek her tiyatro ve her aktör bu sahnede yaşadı ve yaşattı. Halk, tam da burada devreye girdi ve alkışlar hiç susmadı. İzleyici her zaman, tiyatronun konusu ne olursa olsun; tiyatrocu ne anlatırsa anlatsın yalnızca aktörün gözlerine baktı ve tek bir duyguyu görmek istedi: heyecan!

İstanbul, “tiyatro” deyince hep vatkalı bir Zeki Müren ceketine dönüştü zihnimde. Zira Kadıköy’den, Beyoğlu’na, Harbiye’den, Ezop Sahne Beşiktaş’ına, Halep Pasajı’ndaki Ortaoyuncular Tiyatrosu’na ve elbette Ses Tiyatrosu’na kadar her zaman yaşamaya ve yaşatmaya çalıştı. Münir Özkul’dan, Ferhan Şensoy’a; Rasim Öztekin’den, Şevket Çoruh’a devredilen ve bir liyakat ilişkisi olan “kavuk” geleneği yeni neslin heyecanla takip ettiği nefis bir aura olarak tiyatro sahnelerine yansımıştır. Belki yeni nesil yalnızca son devredişi görmüştür lâkin heyecan, Münir Özkul’un İsmail Hakkı Dümbüllü’den kavuğu alışı hissedecek kadar kalplerde yer almıştır. 

Tiyatro bir aşktır. Seneler geçer. İnsanlar ölür. Zaman ve sanat asla ölmez. 

Geçtiğimiz günlerde Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda ilk kez bir kadın komedyen sahneye çıktı, gösterisini yaptı ve küçüklüğündeki hayallerine göz kırptı: Yasemin Sakallıoğlu. Çocukluğundan bu yana, komedyenliğe hayran olan oyuncu izleyicilerin karşısına geçti ve tüm emeklerine saygıyla eğildi! 

Harbiye Tiyatrosu, o ışıklı kütüphanesine nefis bir başarı ekledi! 

Mizahı, komedyayı, komedyenliği tam olarak Türkiye’de nereye koyacağımızı bilemeyişimiz, aynı zamanda muhakkak erilleştirmemiz; karşılaştığımız bu başarıda bence bize ne yapmamız gerektiğini göstermiş oldu. Ayağa kalkarak, gururlanarak alkışlamak!

Bir gün bir tiyatroda, bir sinemada, oturma odasının en köşesinde; izlediğiniz herhangi bir eserde kendinize dair bulacağınız bir nokta olacak. Sizden, size ait. Belki de siz! Yapılması gereken zannediyorum muhakkak, koşmak olacak. Sanata, hayale, başarıya ve yollara doğru! Aşkla!