Casuslar Köprüsü Film İncelemesi – Müzakere Teknikleri

1 – Filmin Genel Yapısı

Steven Spielberg tarafından yönetilen Casuslar Köprüsü, 2015 yılında gösterime giren ve yaşanmış bir hikayeyi işleyen bir film. Başrolünde Tom Hanks’in olduğu Casuslar Köprüsü; Spielberg ile Hanks’in altıncı birlikteliği. Bunun öncesinde toplam 5 filmde birlikte çalışan ikili, Kardeşler Takımı, Er Ryan’ı Kurtarmak, Pasifik Cephesi gibi sıcak savaş filmleriyle dikkat çekiyor. Casuslar Köprüsü ise yine bir savaş filmi fakat bu sefer diğer filmlerin aksine sıcak değil soğuk savaşı konu alıyor.

Tom Hanks’ın canlandırdığı James B. Donovan ortağı olduğu bir avukatlık bürosunda çalışıyor. Bu filmdeki rolüyle “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” ödülünü kazanan Mark Rylance tarafından canlandırılan Rudolf Abel adında bir Rus casusun Amerika’da yakalanmasıyla hikayemiz başlıyor. Amerika’daki mahkemeler tarafından yargılanması gereken Rus casusu Abel’i birinin savunması gerekiyor ve bu zor iş Donovan’a düşüyor. Tüm Amerika halkı tarafından nefret edilen bir Rus casusu savunmak hiç kolay bir iş değil. Savunmuş olmak için savunduğunuz zaman herhangi bir problem yok. Rus casus ölüm cezasına çarptırılıncaya kadar bir avukatın yapması gereken rutin işleri yaparsınız ve bir casusun ölümüne göz yumarsınız. Aslında Donovan’ın çalıştığı hukuk bürosunun, CIA ajanlarının ve Amerikan halkının Donovan’dan beklentisi de bu yöndeydi. Fakat Donovan çoğunluğun istediği şekilde değil, kendi inandığı ve bildiği şekilde davranmayı seçti. Savunduğu kişi Sovyetler Birliği adına Amerika’da casusluk yapan birisi olmasın rağmen onun için elinden geleni yapmaya ve insanları onun öldürülmemesi için ikna etmeye çalıştı. Bunun neticesinde ise mahkumu ölüm cezasından kurtararak 30 yıl hapis cezası almasını sağladı. Sonrasında ise müthiş öngörüsü sayesinde Abel’in ileride Sovyetler Birliği’nde yakalanma ihtimali olan bir Amerikan casusun geri alınabilmesi adına takasta kullanılmasına ikna etti. Nitekim öyle de oldu. Garry Powers adında bir Amerikan askeri, Sovyetler Birliği’nde casusluk yaparken yakalandı. Abel’i Sovyetler Birliği’ne teslim ederek Powers’ı kurtarmayı amaçlayan Amerikan Hükumeti, bu takasta gerekli bağlantıları kurmak ve takası gerçekleştirmek için Donovan’ı görevlendirdi ve filmin ikinci kısmı burada başladı.

Powers ve Abel takasının yapılacağı süreçte, Doğu Almanya’da Pryor adında yüksek lisans yapan bir Amerikalı öğrencinin yakalanmasıyla işler karışıyor. CIA sadece Powers’ı almaları gerektiğini, Pryor için daha sonra gelebileceklerini söylüyorlar. Donovan’a sadece birebir(Powers-Abel) takas için yetki vermelerine rağmen; Donovan yine kendi iç sesini dinliyor ve müzakereyi başka bir noktaya götürerek ikiye bir takas için karşı tarafı zorlamaya başlıyor. Amacı Abel’i vererek hem Powers’ı hem de Pryor’ı almak. Hem Doğu Almanya hem de Sovyetler Birliği ile Donovan’ın yürüttüğü müzakereler neticesinde anlaşmaya varılıyor ve Amerikan Hükumeti, Rus casus Abel’i Sovyetler Birliğine vererek hem Amerikalı öğrenci Pryor’ı hem de Sovyetler Birliğine gönderilen Amerikalı casus Powers’ı elde etmiş oluyor. Yani Donovan, kendi içsesine ve öngörülerine güvenerek 3 hayat birden kurtarmış oluyor.

Casuslar Köprüsü, Donovan’ın hayatındaki sadece bir kesiti konu alıyor. Buradaki başarısı sayesinde Amerikan hükumeti tarafından ödüllendiriliyor ve Fidel Castro’nun esir tuttuğu 1113 Amerikalıyı kurtarması için Amerikan Hükumeti tarafından görevlendiriliyor. 1113 kişiyi kurtarması beklenen Donovan; Fidel Castro’nun yanından 9703 Amerikalı ile dönüyor. Belki gelecekte bu ikili arasındaki müzakereleri konu alan başka bir Donovan filmi ile karşı karşıya kalırız.

2 – Karakter İncelemeleri

James B. Donovan – Tom Hanks
Tom Hanks tarafından canlandırılan bu karakter, başrol oyuncusu olarak karşımıza çıkıyor. Nerdeyse tüm film bu karakter üzerine kurulmuş ve Donovan’ın görünmediği sahne nerdeyse hiç yok diyebiliriz. Başkalarının düşüncelerini önemsemeyen ve kendi doğrularına doğru yürüyen bir karakter olan Donovan’ın göze çarpan en büyük özelliği içinde bulunduğu durumu çok iyi analiz ediyor olması. Daha önce casusluk yapan birini hiç savunmayan, kendi ülkesindeki işlerle uğraşan birisi olmasına rağmen; olayı oldukça çabuk kavrıyor ve savunduğu kişinin Amerika tarafından ne ile suçlandığına bakmadan sahipleniyor. Kim ne ile suçlanıyor olursa olsun anayasal haklarına göre yargılanması gerektiğini savunuyor ve filmde vurgulanan asıl şeylerden birisi de bu. Bunun en güzel örneği ise Donovan’ın mahkeme sırasında yargıça söylediği şu sözlerde görülüyor; “Bakın, ben İrlanda asıllıyım, siz ise Alman. İkimizi Amerikalı yapan şey anayasamızdır ve burada yazan şeyleri uygulamalıyız”.

Ayrıca, dünya gündemini de oldukça yakından takip etmiş ve ülkeler arasındaki politik durumları çok iyi kavramış bir karakter Donovan. Doğu Almanya ile Sovyet Birliği arasındaki siyasi gelişmelerin çok iyi farkına vararak takas teklifini değiştiriyor ve bir kişiyi vererek iki kişiyi birden alıyor.

Donovan, gerçek yaşamında da oldukça ünlü ve başarılı bir müzakereci olarak karşımıza çıkıyor. Kendinden emin ve iyi belirlenmiş müzakere amaçlarıyla yola çıkan Donovan; içinde bulunduğu farklı durumlar için farklı çözüm ve yaklaşımlar oluşturabiliyor. Olaylara birleştirici müzakere amacıyla yaklaşan ve sürekli olarak iki tarafın elde edeceği kazanca vurgu yapan Donovan, ilerleyen süreçlerde olayların değişmesi nedeniyle bir nebze kendine odaklı amaçlara kayıyor ve hapsedilen öğrenciyi de kurtarmak istiyor. Fakat bunu yaparken Doğu Almanya ile Sovyetler Birliği arasındaki siyasi durumu kullanıyor. Uluslararası arenada kabul görmeye çalışan ve Amerikalı öğrenciyi elinde tutan Doğu Almanya, Amerika ile denk bir anlaşma yapma fırsatını tepmek istemiyor fakat Sovyetler Birliği de Amerikan casusunu ele geçirmiş durumda. Birleştirici amaçlar doğrultusunda pastanın büyüklüğünü ve taraflar arasındaki ilişkinin önemini çok iyi kullanan Donovan, her iki tarafı da kârlı bir anlaşma yaptıklarına inandırarak pastadaki en büyük payı Amerika’nın yemesini sağlıyor.

Rudolf Abel – Mark Rylance
Filmde Amerika tarafından yakalanan Rus casus Rudolf Abel, sakin yapısıyla dikkat çekiyor. Donovan tarafından kendisine 3 kez sorulan “Endişelenmiyor musun?” sorusuna her defasında “Faydası olur mu?” diye cevap verecek kadar dingin ve rahat bir karakter. Filmdeki iki sahnede söylediği sözler hem Donovan’ın tavrını, hem de davanın gidişatının değişmesini sağlamıştır. Bunlardan birincisi Donovan’a “Ülkeniz için benim gibi casusluk yapanlar var, yakalandıklarında onlara iyi davranmalarını isterdiniz” diyerek göz altındayken istediği sigara, kağıt ve kalemi elde etmesidir. Burada Donovan’ın empati yapmasını sağlamış ve Amerikalı casusların da yakalanma ihtimaline karşı yeni bir strateji üretmesine neden olmuştur. İkincisi ise anlatmış olduğu “Dik Duran Adam” hikayesidir. Rus bir casusu savunduğu için Amerikan halkı tarafından hain olarak ilan edilen, evi kurşunlanan Donovan zor günler geçirdiği ve ciddi anlamda dışlandığı bir sırada Abel bunun farkındadır ve ona destek vermek ister. Bu desteği ise bir çocukluk anısı ile yapar. Anlattığı “Dik Duran Adam” hikayesi şu şekildedir:

“Çocukken, evimize bir adam gelirdi. Babam bana ‘Bu adama dikkat et’ derdi. Hep dikkat ederdim. Hiçbir şey yapmazdı. Bir gün, sınıra yakın evimizi partizan muhafızlar bastı. Annemi dövdüler, babamı dövdüler, babamın arkadaşı bu adamı da dövdüler. Adama dikkat ettim. Her vurduklarında yere düşüyor, sonra ayağa kalkıyordu. Daha sert vurdular. Gene ayaklarının üzerinde dikildi. Daha sert. Gene dikildi. Sonunda muhafızlar adamı döve döve öldürmekten vaz geçip gittiler. Ona ‘Stoikiy Muzhik’ dedik.. Sizin dilinizde “Dik duran adam” anlamına gelir. Sen işte öylesin.”

Anlatılan bu hikaye ile Donovan’a dik duran adam yakıştırması yapılmış ve filmin anlatımı buna göre şekillenmiştir.

3 – Filmin Müzakere İle İlişkisi

Çoğu zaman farkına varmasak bile, müzakere hayatımızın ayrılmaz bir parçasıdır. Ailemizle, arkadaşlarımızla veya iş yerindeki muhataplarımızla gün boyu çeşitli müzakerelerde bulunuruz. Bunların bazılarını sözlü, bazılarını ise hiç konuşmadan sadece davranışlarımızla bile gerçekleştirebiliriz. Bu kapsamda söylenebilecek en genel şey; müzakerenin günlük sözlü, yazılı ya da davranışsal iletişimimizin büyük bir çoğunluğunu müzakerelerin oluşturduğudur. Öyle ki, başarılı olmuş yöneticilerin elde ettikleri bu başarıların arkasındaki en büyük neden olarak müzakerelerdeki etkinlik düzeyleri görülür. İlk işe gireceğimiz zaman yapılan mülakatlarla başlayan müzakere süreci, şirketin en tepesine çıkıncaya kadar yapılan toplantılar ve ikili farklı iletişimler ile devam etmektedir. Bu süreçteki müzakere başarısı ise o kişinin kariyerindeki başarının kilit noktasını oluşturmaktadır.

Casuslar Köprüsü adli film ise müzakerenin ne kadar önemli olduğunu farklı bir kesit halinde sunmaktadır. 2. Dünya Savaşı sırasında esir alınan bir Rus casusun Amerika’da savunulması gerekmiş ve hiçbir avukat bunu kabul etmemiştir. Böyle bir casusu Amerika topraklarında savunmak halkın belli bir kesiminde vatan hainliği olarak kabul edilmektedir ve bunu göze alarak casusu savunmak büyük bir özveri, sabır, öfke kontrolü ve özgüven gerektirmektedir. İşi kabul eden Donovan’ın müzakerenin en önemli unsurları olan bu karakter özelliklerinin hepsine birden sahip olduğunu görüyoruz. Bu davayı kabul etmesi demek; hem kendi, hem de ailesinin hayatını tehlikeye atmak ve halkın onu küçük görmesine aldırış etmeden işine odaklanabilmesini gerektirmektedir. Ayrıca tüm baskılara rağmen casusu savunmaktan vazgeçmemek ve kararlarından onları sonuna kadar takip edecek düzeyde emin olmak müzakerede elde edilecek başarıların en önemli etkenlerindendir.

Müzakerenin genel anlamına baktığımızda; “iki veya daha fazla tarafın belirli bir konuda kabul edilebilir biz uzlaşmaya varmak için yürüttükleri bireyler arası süreçtir” tanımıyla karşılaşıyoruz. Bu kapsamda Casuslar köprüsündeki ana müzakere konusu; Amerika’da yakalanan Rus casus ile Sovyetler Birliğinde yakalanan Amerikalı casus ve Doğu Almanya’da yakalanan Amerikalı öğrencinin takasıdır diyebiliriz. Bu müzakere sürecine Amerikalı avukat Donovan’ın gözünden istemeden de olsa taraflı bir tanıklık etmiş oluyoruz. Başarıya ulaşmasını beklediğimiz bir avukat var ve müzakerede başarıya ulaşabilmesi için belirlenmiş strateji ve amaçları olmalı. Bu amaçlara göre hem anı kurtarabilmeli, hem de gelecek adına güçlü öngörülere sahip olabilmeli. Donovan’ın ilk amacının Rus casus Rudof Abel’in hayatını kurtarmak olduğunu görüyoruz. Bunun için yargıcın direk infazına karşı reaksiyon gösteriyor ve “Bakın, ben İrlanda asıllıyım, siz ise Alman. İkimizi Amerikalı yapan şey anayasamızdır ve burada yazan şeyleri uygulamalıyız” diyor. Bunu söyleyerek yapmaya çalıştığı şey yargıcın bir nebze de olsa empati yapmasını ve objektif şekilde davranabilmesini sağlamak. Yargıç yargılanan kişi casus olduğu için belli sonuçlara kendini şartlamış durumda ve Donovan’ın ilk iş olarak yargıcı bu durumdan kurtarması gerek. Bu cümlenin bu amaç doğrultusunda ne kadar etkili olduğunu ise cezanın ölüm cezasından 30 yıllık hapse çevrilmesinden anlayabiliyoruz. Donovan, bu başarısını elde ederken çevre ve mekanın da müzakerelerdeki önemini ustaca kullanıyor. Bu konuşmayı ciddi bir baskı oluşturan mahkeme salonunda değil, yargıcın evinde gerçekleştiriyor. Böylece samimi bir ortamda kendini daha net ifade etme imkânı buluyor.

Müzakerede durumlar anlık değişebildiği için, bu değişimlere ayak uydurabilmek ve müzakere taktiklerini anında değiştirebilmek oldukça önemlidir. Hatta anlık durum değişikliklerini önceden sezebilmek ve buna uygun planları öncesinden yapmak; müzakerelerde kazanan taraf olmanın kilit noktalarından biridir.

Donovan, bu durum değişikliklerini önceden görebilmiş ve planlarını buna göre inşa etmiş başarılı bir müzakerecidir. Abel’i ölüm cezasından kurtarabilmek adına tutunduğu en önemli şey Amerikalı bir casusun Sovyetler Birliği’nde yakalanma ihtimaliydi. Abel’in hayatını kurtarırken stratejisini bu öngörü üzerine kurmuştu. Casusun Birleşik Devletler uğruna hayatta kalması gerektiğini, ilerisi için elimizde takasta kullanacak birisinin olması gerektiğini üzerine basa basa tekrarlıyordu. Nitekim öngörüsü gerçeğe dönüştü ve Amerikalı bir casus Sovyetler Birliği topraklarından havadan fotoğraf çekerken yakalandı. Bunun neticesinde ise filmdeki asıl müzakere süreci başlamış oldu.

İlk olarak Amerikan Hükumeti Abel ile Sovyetler Birliği’nde yakalanan Amerikalı casus Powers’ın takası için Donovan’ı görevlendiriyor ve verilen tek bir yetki var: İşleri karıştırmadan birebir takas yapacaksın. Fakat sonrasında Amerikalı öğrenci Pryor’ın Doğu Almanya’da yakalanmasıyla işler Donovan tarafında karışıyor. Birebir takas için gittiği Almanya’da durumların bir anda değişmesi ile Abel’i vererek Powers ve Pryor’ı almak Donovan’ın asıl amacı. Böyle siyasi bir karmaşanın içerisinde bire karşı iki kişiyi almak oldukça zor. Bu süreçte başarıya ulaşmak adına gerekli şartları belli başlıklar halinde inceleyebiliriz:

Çevre Koşulları
Hikaye 1961 yılında Berlin Duvarı’nın inşaa edildiği, 2. Dünya savaşi sonrası siyasi karışıklıkların devam ettiği ve her şeyden önemlisi Amerika ile Sovyetler Birliği arasındaki Soğuk Savaşın en şiddetli olduğu yıllarda meydana geliyor. Böyle bir ortamda düşman bir ülke ile casus takası için müzakereye girmek ve bunun yanında Doğu Almanya’da yakalanan bir öğrenciyi teslim almak öyle kolay bir iş değil. Başarıya ulaşmak için çevre koşullarının çok iyi bilinmesi gerekir. Sovyetler Birliği ile Almanya arasındaki siyasi ilişkiler, Amerika ile Sovyetler Birliği arasındaki savaşın seviyesi; ikili müzakerelerde ağızdan çıkması gereken her kelimeyi şekillendirecek düzeyde tehlikelidir. Bu nedenle ortamı iyi okumak ve buna uygun taktikler üretebilmek oldukça önem arz etmektedir. Donovan’a baktığımızda ise bunu oldukça iyi yaptığını görebiliyoruz. Uluslararası arenada kabul görmeye çalışan ve Amerikalı öğrenciyi elinde tutan Doğu Almanya, Amerika ile denk bir anlaşma yapma fırsatını tepmek istemiyor fakat Sovyetler Birliği de Amerikan casusunu ele geçirmiş durumda. Bu durumu çok iyi okuması ve koşullara karşı taraftaki müzakerecilerden daha hakim olması nedeniyle başarıya ulaşıyor.

Donovan’ın bu yöndeki başarısını değerlendirdiğimizde; ön müzakere bilgilerinin toplanması, amaçların tespiti, sorunların tanımlanması ve pazar araştırması, karşı tarafın güçlü ve zayıf yönlerinin belirlenmesi gibi müzakere aşamalarına oldukça iyi çalıştığını görebiliyoruz.

Genişletilmiş Pasta Durumu
Genişletilmiş pasta durumunu kavrayabilmek adına, öncelikle birleştirici müzakere amaçlarına değinmek şarttır. Birleştirici amaçlar, müzakerenin her iki taraf için de kazançlı olmasını sağlar. Burada bir tarafın kazanması, karşı tarafı bir kayba uğratmaz: Aynı konu ikisine de kazanç getireceğinden taraflar için en iyi çözüm konusunda hemfikir olurlar.

Birleştirici amaçlarda pastanın büyüklüğü ve taraflar arasındaki ilişki çok önemlidir. Bir elmas müzakeresinde fiyat ancak ve ancak altmış bine kadar yükseltilebilir. Bu durum limitli pasta örneğidir. Fakat birleştirici amaçlar kullanılırsa, pastanın büyüklüğü artırılabilir. Genişletilmiş pasta örneği durumunda, malın değeri yükseltilebilir ve bu artış taraflar arasında paylaşılır.

Casuslar Köprüsü’ndeki üçlü müzakere sürecini düşündüğümüz zaman; Donovan’ın birleştirici müzakere amaçları doğrultusunda genişletilmiş pasta taktiğini uyguladığını görüyoruz. İlk takas durumu birebir olacakken, o pastayı genişleterek Amerikalı öğrenci Pryor’ı da pastanın içine ustaca dahil ediyor. Bunu yaparken profesyonel bir avukattan ziyade, insan canını önemseyen fedakar bir avukatmış gibi davranıyor. Amerikan Hükümeti’nden aldığı emirleri hiçe sayarak duygusal bir yaklaşım sergiliyor. Hem Doğu Almanya’ hem de Sovyetler Birliği ile ayrı ayrı müzakereler gerçekleştiriyor ve bu müzakerelerde hiçbir şekilde taviz vermiyor. Karşı taraf takasın yapıldığı sırada Pryor’ı geç göndererek Donovan’ı bir alt sınır oluşturmaya ve birebir takası mecbur kılmaya çalışsa da, Donovan kararları ve amaçları doğrultusunda sabırla ilerliyor.

Özlem Seviyesi (Level of Aspiroty) Yaklaşımı
Bu yaklaşımı kullanan müzakereci, müzakereyi; sert tavır, yüksek talepler ve çok az tavizlerle yürüterek karşı tarafın karşılaştırma seviyesini düşürür. Düşük karşılaştırma seviyesine sahip karşı taraf da bu durumda aldıklarıyla yetinir. Özlem seviyesi yaklaşımını kullanan bir müzakerecinin karşılaştığı ikilem ise şu şekildedir; Müzakerecinin sertliği arttıkça, karşı taraftan daha büyük tavizler alır, fakat anlaşmaya varmak da zorlaşır.

Donovan’ın yaklaşımını değerlendirdiğimizde; tam olarak özlem seviyesi yaklaşımı gösterdiğini söyleyebiliriz. Her ne kadar birleştirici amaçlar edinmiş olsa da, takas ile alakalı hiçbir şekilde taviz vermediğini görüyoruz. İki kişiye karşı bir kişi teklifini müzakere sürecinin başından sonuna kadar korumuş ve hiçbir şekilde değiştirmemiştir. Hatta bununla alakalı en dikkat çekici sahne ise yaptığı kısa konuşma sonrası karşı tarafın yanında çalışan gence çektiği resttir. Teklifini sert bir tavırla yineleyen ve bunun dışındaki hiçbir teklife açık olmadıklarını net bir şekilde vurgulayan Donovan, teklif için geri dönüşü gece yarısına kadar yapmadıkları takdirde anlaşmanın olmayacağını varsayarak Amerika’ya döneceklerini belirtiyor. Bu yaklaşımı sayesinde de istediğini alıyor.

Fakat bazı çalışmalara göre özlem seviyesinin her zaman etkili olmadığını da belirtmekte fayda var. Karşı tarafla ilgili yeterli bilgi birikimine sahip olmadan verilen ilk teklifin sert olması ve süreç boyunca bu yaklaşıma devam edilmesi, sürecin hüsranla sona ermesine neden olacaktır. Donovan’ın çevre koşullarını ve müzakere ettiği kişilerin karakterlerini çok iyi okuması neticesinde uygulamış olduğu özlem seviyesi yaklaşımı başarıya ulaşmıştır.

BATNA VE ZOPA
BATNA(Best Alternative to Negotiated Agreement) Uyuşmazlığın olduğu herhangi bir pazarlık esnasında tercih edilecek en iyi eylem hattı olarak tanımlanabilir. ZOPA(Zone of Possible Agreement) ise; bir anlaşmaya varmanın mümkün olduğu bölgedir. Mesela ben bir ev için 100 TL ayırmışken ev sahibi beğendiğim evi en ucuz 110 TL’ye satacağını söylüyorsa herhangi bir ZOPA’dan söz edilemez. Fakat ev sahibi belli bir indirim yapıp evi 98 TL’ye satabileceğini söylüyorsa burada 2 TL’lik bir ZOPA var demektir.

Çok net ifade edilmese de, BATNA VE ZOPA’nın Casuslar Köprüsü dahilinde işlendiğini söyleyebiliriz. Rodolf Abel’in ilk yargılanması, uyuşmazlığın olduğu bir ortam olarak tanımlanablir. Donovan için ölüm cezası yargısız infaz olarak değerlendirilirken, mahkeme ve jüriler tarafından ise bir Rus casusun yargılanmasının bile gereksiz olduğuna dair bir kanı vardır. Bu durumda Donovan tarafından oluşturulan BATNA casusun hayatta kalmasıdır. Casusun ileride Amerika’nın takasta kullanabileceği bir unsur haline gelme ihtimaline dayanarak yaşaması gerektiğini belirtiyor ve Amerikan hükumetinin elde edeceği faydaya dikkat çekiyor. Böylelikle hem Rus casus için, hem de Amerikan Hükumeti için bir ZOPA oluşturuyor. Rodof Abel ülkesine geri dönmek isterken, Amerikan Hükumeti de onu ileride takas niyetine kullanarak ülkesine göndermek isteyen konuma geliyor. Yani Casusun Sovyetler Birliğine o ya da bu şekilde geri dönecek olması bu olayın ZOPA’sı olarak değerlendirilebilir.

4 – Casuslar Köprüsü ve Algı Yönetimi

Algı yönetimi, adından da belli olduğu üzere algının bir şekilde yönetilmesi, yönlendirilmesi ya da şekillendirilmesi anlamına gelir. Hedef kitlenin görüşlerini etkileme aktivitesi olarak da bilinmektedir. Algı yönetimi, kimilerine göre belirli kitleleri kendi çıkarlarına doğru harekete geçirme olayıdır. Kimilerine göre de bir pazarlama aracı olarak kullanılmakta olan bir anlayıştır. Algı kavramını ve algıyı yönetmek aynı zamanda iletişim sistemini yönetmektir. Yani iletişimde algı kavramı bir araç niteliği taşımaktadır.

Günümüz dünyasında dış dünyaya kendisini kapatan Kuzey Kore örneği algı yönetimini her ne kadar kendi halkını uyutmak için kullanıyor olsa da en iyi kullanan ülkelerden biridir. Yaptıkları yayınlar ile özellikle Amerika’nın ne kadar içler durumda bir ülke olduğunu göstererek kendi halkına yaşadıkları ülkenin ne kadar ileri düzeyde olduğu aşılanmaktadır. Tarih boyunca Nazi propagandalarında, Soğuk Savaş döneminde de ciddi şekilde kullanılmıştır.

Casuslar Köprüsü filminde ise Donovan ve film genelinde gerçekleştirdiği müzakerelerin yanı sıra; bir de filmin, diğer bir değişle yönetmen koltuğundaki Steven Spielberg’in dünyada oluşturmak istediği Amerikan algısı ile alakalı bazı sahneler ve söylemler bulunmakta. Bunların genel amacı ise o dönemde bile Amerika’nın dünyadaki en adaletli, en özgür ve en ileri düzeydeki ülke olduğu algısını izleyicilerin kafasına yerleştirmek. Bu algıyı oluşturmak adına ise sürekli olarak Sovyetler Birliği ve Almanya kötülenmiş. Örneğin; Amerika, yakaladığı Rus casusa hiçbir şekilde işkence yapmadan, konuşması için zorlamadan, sigara gibi çeşitli isteklerini yerine getirerek oldukça olumlu bir davranış sergiliyor ya da izleyicilere bu şekilde lanse ediliyor. Diğer tarafta ise yakaladığı Amerikalı casusa oldukça kötü davranan, konuşması için ona işkence uygulayan bir Sovyetler Birliği ile yine suçsuz günahsız bir üniversite öğrencisine kötü davranan bir Doğu Almanya resmediliyor. Bunun yanında ise Amerikan ideolojisinin sembolik bir şekilde üzerine giydirildiği kahramanın yapmış olduğu gizli propaganda bulunmakta.

Bunun dışında Almanya ile Amerika’daki o dönemki yaşama da ciddi vurgular yapılıyor. Donovan ilk olarak Berlin’de tellerden atlamaya çalışırken askerler tarafından kurşunlanan çocuklar görüyor. Sonrasında Amerika’ya döndüğünde ise arkadaşlarıyla özgürce tellerden atlayarak oynayan çocuklara dikkat ediyor. Burada ve diğer tüm sahnelerde verilen mesaj ve oluşturulan algı aslında çok net. “Amerika bir özgürlükler ülkesidir fakat sizler öyle değilsiniz. Bizim yakalanan bir Rus casusa verdiğimiz değeri siz çocuklarınıza bile vermiyorsunuz. Bizim adaletimiz kökenlerden veya düşüncelerden bağımsız bir şekilde çalışır. Fakat bir üniversite öğrencisine suçsuz yere işkence eden sizler için adaletten söz etmek bile yersiz”.

5 – Son Söz

Sanatsal olarak değerlendirdiğimizde, Steven Spielberg’in yönetmen koltuğunda oturduğu bir filmle alakalı olumsuz bir eleştiride bulunmak haksızlık olur. Ayrıca filmin başrol oyuncusunun Tom Hanks olduğunu da eklersek; Casuslar Köprüsü’nün oldukça kaliteli bir film olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Müzakere açısından ise ben Casuslar Köprüsünün adeta bir ders niteliğinde olduğunu düşünüyorum. Donovan karakteri ve hayat hikayesi oldukça etkileyici. Film boyunca yapmış olduğu müzakereler, bu müzakerelerde oluşturduğu anlık amaç ve taktikler ve hatta cümleler oldukça iyi. Zaten filmde konusu geçen takas müzakerelerinde elde ettiği başarılardan sonra Amerikan Hükumeti tarafından Fidel Castro ile müzakerelere gönderildiğini ve 1113 esiri geri getirmesi gerekirken 9703 kişiyle geri döndüğünü tekrar belirtmekte fayda var.

Tüm müzakere süreçlerinin açıkça göründüğü, müzakere amaçlarının ve hedeflerinin kolaylıkla saptanabildiği ve bu açıdan bakıldığında son dönemde vizyona girmiş nadir filmlerden birisi Casuslar Köprüsü. Eleştirilecek tek noktası ise Steven Spielberg’in yönetmeni olduğu her filmde yaptığı gibi bu filmde de algı yönetimini kullanarak Amerikan propagandası yapması.

Kelimeler dokunsun kalbinize.